6 Mayıs 2008 Salı

Dalyan - Katrancı

Çok hareketli bir gün oldu. Sabah 6:30'da kalkıp 7:05'de yola düştüm. Dalyan'dan gelirken yaşadıklarım ve yaptığım soruşturma beni Sarıgerme üzerinden (yan yollar) değil de anayoldan Göcek'e oradan da Katrancı koyuna gitmeye itti. Dalyan'a gelişte tepelerde çektiğim eziyet Göcek Boğazı'nı gözümde geçilmez bir engel yaptı.

Sabah son sürat Ortaca'ya gelince kahvaltı ettim. 2 poğaça ve çay. Bir YTL istediler. Ortaca deniz kıyısında değil. Oradan Dalaman'a varmam da yarım saat sürmedi. Artık Göcek çıkışına kadar rahatım derken yokuş başladı. Şimdi bisiklete düzenli binen biri saçmaladığımı düşünecek ama göbek, sigara, içki ve ham olma hali birleşince böyle oluyor. Çık babam çık, toplamda dört kilometre kadar yokuş.

Göcek Boğazı'na girmeden yolda kontrol yapan polislerle konuştum. Tünelden geçiş bisikletlere yasakmış. Yine de şansımı denemek için tünel gişelerine gittim. Hemen karşımda filmdeki gibi bir Kötü, eli silahının on santim üzerinde, parmakları hafif hafif tikler duran bir adam bitti. Adamda terminatör güneş gözlüğü, ve üniforma vardı. Adı, özel korumaydı. Çok nazik sözcükler seçmesine rağmen aramızda bir hiyerarşi oluştu. Ben Milla Jojoviç olsam o da herhalde Umbrella kumpanyasının paralı askeri olurdu. Sıçtığımın memleketinde bir kamu arazisinde adı özel olduğu için birinin silahlanıp dayı dayı gezmesine kıl oldum. Demin konuştuğum polisler mesela normal insanlardı. "Kolay gelsin," deyip yanlarına gidersin, ama bu yeni üretilmiş genetik mutasyon, bu tür, daha "Ko-"da seni mıhlar, sonra da kovulur belki. İçime atıp hırsımı yokuşa verdim. İlk yüz metreden sonra hırsım geçti.

Göcek Boğazı 1-2 km. arasında bir mesafede tünelden. Yarım saatte çıkılıyor. Aslında o kadar da zor olmadı. Boğazın tepesinde tabelanın fotoğrafını çektim. Derler ya, "Tutmuş koparmış". Sonra yokuş aşağı saldım. Muhteşem bir his. Saatte 50 km hızla, dengesiz, tangır tungur ses veren bir aletin tepesinde üç saatte yaptığım yolu on dakikada aldım ve Göcek'e vardım.

Göcek'e vardığımda havam yerindeydi. Netekim, Ebru'ya bir kartpostal aldım, doldurdum ve Dalyan'dan yollayamadığım kartpostalla postaya verdim. Sabah yarım paket sigarayı Dalyan'da bırakmıştım. "Radikal olalım abi, bir daha içmeyelim abi," tadında. Ancak o zafer sarhoşluğu ile gidip iki paket sigara aldım. Ne olur ne olmaz bulamam diye. Çay bahçesinde simit, çikolata, çay ve sigara kürü yapıp kalan 10 km yolu gevşek gevşek gitme amacıyla bisiklete tünedim ve yola düştüm.

Bugün önemli bir ders aldım. Bisiklete binmeyene ve binse de Almanca (ve türevi) konuşan bir ülkeden olana "Yol nasıl kardeş?" diye sormayacan. Genelde dağ aşmıyorsan (Zigana filan gibi) dümdüz diyorlar. Yani bir yol düzdür, ta ki sollama yasakları ile üzer,nde rakım yazan bir tabela görene kadar. Arası yok. Araba eziyet çekecek yani. Göcek'ten sonra Fethiye yolu da Göcek Boğazı gibi geldi bana. Çık babam çık.

Bugün ikinci bir ders aldım. Dağa çıkmak için çantayı sırtına attıktan sonra "Nasıl olsa yavaş da olsa varana kadar yürürüm," dersin. Bisiklette böyle bir şey yok. Bacaklar bitince sıfır oluyorsun. Yokuşlarda her on metreyi saydım. Yokuş aşağı inerken güzel ama harbiden. Gümüşlü ya da Gümüşlük yazan, yanında da kocaman, devasa bir kamp ve piknik yeri tabelası olan bir sapaktan içeri girdim. Kısa bir süre sonra da denize ulaştım. Çok güzel bir introsu olan ama yaklaştıkça çirkinleşen bir yer. Kenarda kapıları açık bir TOFAŞ'tan arabesk yayını, yolun bitiminde, deniz yönünde bir beton basket sahası. Nasıl yani? Tam resim çekeceğim, sahil güzel, kadrajdan o beton sahayı çıkaramıyorum. İnsan şunu biraz uzağa, ormanın içine bir yere yapar. Deniz kıyısında potanın işi ne? Plaj basketi gibi bir varyasyon denemiş olsalar soylu çaba dersin. Orada bir yere çadırı nereye kuracağımı sorunca muhterem bana orada çadır kurmanın, kamp yapmanın artık yasak olduğunu söyledi.


Üçüncü bir ders aldım. Tabelalara inanmayacaksın. Biri çıkıp kamping - hatta, camping - olmasına rağmen bu değişikliği ibraz etmeden - bana mesela - tabelayı geçersiz ilan ediyor. Ne dersin ki? Kutsal bir "yasak" kelimesi ile karşı karşıyasın. Kazanman imkansız. Neyse, arkadaş bana bir sonraki koya gitmemi söyledi. Orada kamp yeri varmış. Dayanamadım sordum: "Yol nasıl? Ne kadar uzakta?" Cevap pek de hoşuma gitmedi: "Yola çık, rampadan sonra tabeladan sap, çok yakın." Eyvallah, yakın ama bacaklar bitik. Öğlen güneşi beynime yine tecavüz ediyor ve yine rampa. Orta Asya'dan kopup gelen, düzlüklerin o ufuklu güzelliğinden engebe bahçesi bu memleketi seçen çok sayın atalarımıza söve söve, bir taraftan da ne menem bir yere gittiğimi bilmeden vardım Katrancı koyuna.

Burası çok güzel çıktı. Bir tane Ercan Abi var burada - Laz -, sağolsun çok yardımcı oldu. Seleden yere inince anladım ki helak olmuşum. Karnım aç, pislik ve ter içindeyim. Duş aldıktan sonra alışveriş yapacak yer olmadığı için yolun üzerindeki markete gitmeye karar verdim. Tekrar yola 2 km.lik yokuş. Tam vazgeçecekken çöp traktörü beni götürebileceğini söyledi. Traktörcünün sol üst yanına çönüp yolu keserek çıktık yukarı. Yolun oradaki market biraz uzakmış. Allah'tan Ercan Abi beni aldı. Dönünce yemek olayına gireyim dedim ama yemek yapacak mecal yoktu. Atıştırdım: keş, ekmek, bira. Şu keş hayat kurtarıcı, iyi ki yanıma almışım. Hem bozulmyor, hem de sıcakta kuruyup kendine geliyor, yer kaplamıyor ve tam bir bira mezesi.

Kendime geldim derken İsviçreli bir çift geldi moto-karavanla. Karavan şahane bir aletti, jip gibi ama karavan, her yere girer. Park yeri konusunda birbirlerini anlamadan Ercan Abi ile mütalaa ederlerken olaya müdahil olma gereği hissederek gruba rampaladım. Adamın da kadının da İngilizce çat pat. Ana dillerinin İtalyanca olduğunu öğrenince damardan muhabbet koydum: Don Camillo. Guareschi abimi biliyorlar ve hatta hikayenin geçtiği köye bile gitmişler (Brescello). Orada bir Don Camillo müzesi varmış. Gitmek lazım. Asıl koptuğum nokta ise kadının annesinin Guareschi ile hemşeri olması ve kadının küçükken onun çocuklarıyla oynamış olmasıydı. Küçük bir dünya. Guareschi abimiz Mussolini zamanında ne olur ne olmaz diyerek sınırın İsviçre tarafında kendine bir ev almış.

Adam hemen iki tane kocaman İtalya haritası çıkardı ve Po Ovası üzerine konuya girdik. Oradan Birinci Dünya Savaşı'nda İsviçre'ye bulaşmadan Almanların nasıl asker sevk ettiklerine daldık. Doğuda trenyolu aradık ama yoktu. Yürüdü mü bunlar yani? Kontrol etmek lazım. Daldan dala bayağı bir muhabbet oldu.

Güzel bir gündü derken Tahtakale'deki oyuncakçıdan aldığım led ışıldak bozuldu. Çadırımın avizesiydi. Ulan şu Çinliler ne zaman doğru dürüst bir şey yapmayı öğrenecek?

Bu millet hayvan kardeşim. Kampinge gelmişler. Bir sürü insan var burada. Adamlar önce zebellah gibi bir çamaşır makinesi çıkardılar minibüsten. Hani 220 Volt ile çalışan, beyaz eşyacılardan 47 taksit ile alınan, dakikada en az 800 defa dönebilen aletlerden. Bu makineyi kamping içindeki hayrata bağladılar. Sonra hava kararırken jenaratör çalıştırdılar. Ulan başkasına saygın yok da sen ne bok yemeye tatile çıkıyorsun kardeşim? Kafa bu, kafa. Otur Ankara mı, İstanbul mu evinde, inan daha iyi dinlenirsin sessizlik içinde. O jenaratör titreşimleri onları daha fena hırpalamıyorsa ne olayım. İzmit pişmaniyecileri gibi her yeri de ışıl ışıl yaptılar. Hani empati felan kurayım diyorum ama başka uzayın insanları bunlar; Klingon bunlar.

Takıldım ben bu çamaşır makinesine. Gerçekten onların mı? Çayırın ortasında inek gibi duruyor. Ben yanılıyor olabilir miyim? Kampingin bir demirbaşı mı bu? Ama niye buraya getirdiler durup dururken? Nasıl çalışıyor olabilir? Sıkma, durulama, ön yıkama falan gibi teferruatları yok mu, bir sağa bir sola çalışanlardan mı? Hadi giren su tamam da çıkan su nereye gidecek? Köpüklü Omo'lu suda yüzer uyanır mıyım sabah? Yarın öğrenmeliyim, belki de bunu buraya koyup milleti kameraya çekiyorlardır.

Saat 21:45. Çamaşır makinesinden uğultu gelmeye başladı. Neredeyse jenaratörü ve sesi açık olan televizyonu bastıracak. Sıkıyor besbelli. Bu bir rüya mı, kabus mu?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Pek sevgili yazar,

Aklımıza soktunuz bi kere okuyacağız bu pek değerli Don Camillo serisini fekat bulmak ne mümkün..İnternetten arattım bi sürü ı-ıh,özellikle "Don Camillo nun küçük dünyası" bulunamamakta ..
Artık ahaliye haber saldık sahaf felan ne varsa aratcaz..

Sevgiler efenim..

Burhan Parmaksızoğlu dedi ki...

Eger Istanbul'da oturuyorsaniz, size bendekileri odunc verebilirim..