3 Temmuz 2009 Cuma

Son haftadan bazı resimler

Arkadaslar artık biraz daha formatı düzgün yapacağım, söz. Genelde Internet bulduğumda resimler hazır olmamış oluyor ya da yazdığım zaman ayarlamamış oluyorum.. Bunları böyle koydum.. Bir parti daha upload ederim herhalde yakın bir zamanda. Sonraki postlar resimli olur.

Bu arada Muradım, sana teessüf ederim. Hayal gücü diyorsan gelince belgesini de göstereceğim olanların.











01.07.2009, Perşembe

Aradaki entrylere resim koyunca yerlerini degistiriyor bu yuzden ya resimler hazır olunca koyacağım hepsini birden ya da resimleri hep ayrıca koymam gerekecek. Bence beraber koymak daha iyi olur.. Cuma günü cumartesinin üzerine çıkmış, pardon arkadaşlar..

İki gün yazmadım. Çok önemli bir şey de olmadı. Fazla zaman kaybetmemek için pedal basıyorum. Lahti'deki kampingde bir gün daha kaldım. O gün aslında Lahti'yi gezeyim diyordum ama oturup bezdim.

Dün biraz yol yapayım dedim. 3 günde Jvaskyla'ya varmam gerekiyor. Birinde kalacağım ve perşembe gelirim demiştim. Benim standartlarımda bayağı bir yol var. Ne kadar olduğunu bilmiyorum ama günde 50 km'nin üzerinde. Velhasıl sabah Lahti'ye gittim ve Jyvaskyla teknesi gördüm. Hatta adamlar kocaman yazmışlar saatleri, durakları falan. Ben de rahatlayıp tekne ile giderim diye karar verdim, en azından manzara olur diye düşünerek. Belki duracağı adalardan birinde kalırım fantazisi falan yaptım. Sonuçta öğlene kadar Internet, kahve falan şehirde takıldım. Bu arada adamın biri ile muhabbet ettim. Çevreyi iyi bildiği besbelliydi, hatta teknenin kaptanını arayıp ne zaman sefer olduğunu sordu. Seferler haftada birmiş. Fena çöktüm. O kadar yol pedal vurmak...

Adam Lapland ile ilgili bilgi verdi. Ona göre Norveç tarafı çok güzelmiş. Hatta Norveç'in en kuzeyine git ve Kutup Denizi'ni gör falan dedi. Neyse, ben bir gaz alelacele yola vurdum. Allh'tan yol fena değildi; en azından geldiğim yoldan çok daha entersan. Asikkala'ya kadar (Lahti gölün güney, Asikkala da kuzey ucunda) fazla bir şey yoktu. Asikkala iki gölün ortasında incecik bir yerde. Hatta araya bir köprü koymuşlar, arada kalkıyor, tekneler diğer göle geçiyor. Orada kahve molası verdim ve oturur oturmaz çöküdüm. Keza 40 km durmadan yapmışım.

Kısa bir süre sonra sıçmayayım diye yine yola vurdum. Vücut ısınınca yorgunluğu unutuyor ama durunca çok kötü. Pulkkilanharju diye bir yere gelince moralim düzeldi. Jvaskyla bayağı uzak hala tabi. Geldiğim yer, gölün Doğu ve Batı kıyılarını birleştiren bir yol. Tabii bisiklet yolu da var üzerinde. Buzul çağından çıkarken yaşanan çökmelerde bir sıra kara parçası ayakta kalıyor. Bir hizada bir sürü ada da denebilir. Aradaki boşlukları ya doldurmuşlar ya da köprü yapmışlar. Ama genelde incecik adalar. Eni genelde 100 metre falan. Doldurulan yerlerde tabi iki taraf su. Bu yoldan 10 km falan giderek gölün Doğu kıyısına geçtim.

Böyle zigzag yapmak yolu da uzatıyor ama orayı görmeden edemedim. Karaya ulaşınca biraz dinlendim. Tamamen bitmişim. Az kalsın son köprünün dibine tulum açacaktım. Ama sonraki günleri de düşünerek bir gayret tekrar pedal basmaya başladım. Sayın mahalle arkadaşlarım, fazla yol yaptığımı düşünmeyin ama biz bizi biliriz. Her yol, çok yoldur. Bir on km daha gittim. Bir yerde artık dayanamadım ve çadır kuracakken çim biçen bir hanım teyzem gördüm. Yavşaklık olmasın diye gidip sordum, buraya çadır kurabilir miyim diye. Gak guk deyince kalktım yine yola koyuldum. Burada kamp yapmak serbest ama ben tam olarak neresi özel mülk neresi değil kavrayamıyorum besbelli. Genelde özel mülk. Belki yüzlerce göl var ama hepsinin çevresi çok sık çalılar ve ağaçlar ve evlerle dolu genelde. Sonunda yolun kenarına çok boktan bir yerde durdum, bir şeyler atıştırıp hemen uyudum.

Bu sabah ise 6'ya doğru kalktım. 10 km. gidip güzel bir park yeri bulunca durup kahvaltı yaptım: sosis ve peynirli yumurta. Genelde az ve sık yediğim için mideme oturdu. Bir on km daha gidip Sysma'ya vardım. Sabah saat daha 9. Kafeler var çevrede bir iki tane. Millet oturmuş demleniyor. Onları görünce fena oldum. Kahve içen yoktu galiba. Tiplerinden anladığım kadarı ile burası artık taşra. Çalışmaya gidip gelecek büyük bir merkez yok yakında. O yüzden herkes gayet oralı; Kozmopolit dünyanın vatandaşı tipli ofis çalışanları yok etrafta. Bir kamping var burada ve güzel gözüküyor. Ama buraya kadar kassaydım şu anda uyuyor olurdum kesin.

Tekrar yola düştüm. Her taraf göl ve yeşil. Ufuk yok yine. Ama artık yokuş yukarı, yokuş aşşağı var biraz. Arada bir ağaçların arasından göl görüyorsun (aşağı yukarı her 2 km.de bir var). Artık göl fotoğrafı çekmekten sıkıldım. Hepsi birbirine benziyor. Dün 50 km.de yorulmuştum. Bugün 60'ta hissettim. Ama daha günü ancak yarıladım. Saat şu anda 3 ve Lunhanka'ya varmış öğlen yemeğimi yemiş durumdayım. Burada ilk kez yolda (büyük şehir dışı) doğru dürüst yiyecek bir şey buldum: köri soslu tavuk. Bu üçüncü öğünüm. Agop'un kazı gibi yutuyorum. Kilo almasam bari. Alabilirim çünkü eski bende var olan, çelik halat gibi gerilen edeleler yerini arası su ve yağ dolu ipliklere bırakmış sanki. Kocakarı gibi mızmızlana mızmızlana pedal çevirmece.

Buraya gelmişken bari kilisenin milisenin fotoğraflarını çekeyim. Belki uhrevi bahçesinde kestiririm, rüya görür ererim. Burada peder gelip kovmaz nasıl olsa. Şu tesbiti de yapmadan geçemeyeceğim. Kuzeye gittikçe insanlar daha canlı, konuşkan oluyor... Tam bu cümleyi yazıp defteri kapadıktan sonra adamın biri rampa yaptı. Kafayı bulmuş, sendeliyor keza. İngilizce babaanneminkinden hallice ama ananeminkinden beter. Benim İspanyol olduğumu iddia ediyor. Onu anlıyorum. On dakika konuştuk. Hatta ben ona çöpten Avrupa haritası çizip nereli olduğumu gösterdim. Hala bana "Torres... Gut guy." diyor. Sonunda oradaki gençlerden birine yapıştı ve tercüman olarak getirdi. Meğer benim ne dediğimi öğrenmek istiyormuş. Ben de ona, onun ne dediğini anlamaya çalışmak üstüne diskur ürettiğimi söyledim. Kafa salladı. Sonunda tercümana Türk olduğumu söylettim. Falan filan. Velhasıl, Kuzeye gittikçe neşeleniyorlar sanki.

Şu anda Putkilahti diye bir yerdeyim. Oturdum, çadır kuracak bir yer buldum (okula benzer bir binanın yanı). Bu akşam barda kareoke varmış. Takılacağım. Bakalım eğlence var mı? Burası minik bir köy. Etrafta kimse yok. Demin sistemi kuran adam kendi kendine söyledi bir şeyler, sonra sıkıldı. Belki ilerleyen saatlerde şenlenir.

Bu arada km. tablomu da yazayım:
26.06   -   58      (Helsinki - Jarvepaa)
27.06   -   56      (Jarvenpaa - Mikkena (?))
28.06   -   48      (Mikkena - Lahti)
30.06   -   82      (Lahti - yol)
01.07   -   87      (yol - Putkilahti)

Son olarak Internet çok yerde yok. Buraya turist de gelmediği için herşey istisnasız İsveççe ve Fince. Trafik işaretleri dışında hiç bir şey anlamıyorum. Allah'tan her yerde İngilizce konuşan var.

Çadırı kurmaya giderken oradakiler gitmeden önce mutlaka gelip onlarla karaoke yapmam gerektiğini söyledi. Bara geri geldim ve oturdum bir yere, demlenmeye başladım. Yanıma bir genç geldi ve beni yalnız gördüğünü, buradakilerin pek konuşkan olmadığı için sıkılacağımı söyledi. Derdimi anlamış yani. Biraz muhabbet ettik. Bir grupta çalıyormuş falan. Finlandiya hakkında konuştuk. Bu karaoke geceleri buranın haftalık olayı oluyormuş. Sonradan başka bir yerden öğrendiğime göre Finlandiya köylerinde genel olrak fiks eğlence bu. Biraz sonra bir kız geldi masaya oturdu. İngilizce bilmiyormuş ama beni ünlü bir artiz zannetmiş. Olacak o kadar tabi. Karizma desen, var; ulaşılamazlık, erişilemezlik desen, o da var; herşey var yani.. Netekim çat pat İngilizcesi ile "çok tatlı" olduğumu söyleyerek egomun derinliğini tebarüz etti. Tabi ben itina ile uzak durdum. Bu gün de işte ööle geçti. İlk kez birileri ile duğru dürüst oturup konuştum ki. Durum fena yani.. İnsan sıkılıyor bazen baabında..

30 Haziran 2009 Salı

28.06.2009, Pazar

Gece 11:30da uyandım. Çıkıp biraz güneşlendim, 10 dakika sonra bir daha uyudum. 4'te kalktım. Siesta gibi urada uykular. Hem tatlı, hem de kısa. Üşenmedim, çantaları, çadırı falan topladım ve Lahti'ye doğru yola düştüm. Sekize doğru Lahti'deydim. Tabi o kadar yol (30 km) gidince bir kahvaltı edeyim dedim. Pazar olduğu için her yer kapalı. Saat 10'da açılacak bir kafenin önünde oturmuş yazıyorum bu satırları.

Bu arada da şehri azıcık gezdim. Şehir deyince tabi en merkezi kastediyorum hep.. Şehirler nerede başlıyor, nerede bitiyor kestirmek güç. Daha çok ufuk yok diye oluyor galiba bunlar. Ama tabi ben Ankara'da bile yolumu hiçbir zaman bulamamış biriyim. Şehre 300-500 metre kala ancak belli olmaya başlıyor. Lahti güzel bir yer. Bir sürü heykel var etrafta. Kilisesi ünlüymüş. Bugün ve yarın burada kalırım herhalde.

Lahti'ye 5 km. uzakta bir kampinge geldim. Çok güzel bir yer. Voleybol, futbol sahaları falan yapmışlar. Plaj var göle girmek için. Bir sürü öğrenci kılıklı tip takılıyor. Saat 7:30, güneş yakıyor. Ben iki birada sonra bezdim, etrafı kesiyorum. Demin ilk kez göle girdim ve kafamdaki güneş gözlüğünü unuttuğum için çamurlu sulara kurban verdim. Su güzeldi, soğuk da değil fazla. Gençlerde sonsuz bir enerji, kışın bunalımını atmak için yarışıyorlar.

Yanımda 16-17 yaşlarında bir grup var. Aynı bizim mahalle. Yanlarında bir kız var ve o galiba voleybol oynamak istiyor. Bunlar da topa iki kez elle vursalar beş kez de ayakla vuruyorlar. Çok enteresan tabi.

Demi adamın biri ile konuştum. Bütün rotamı değiştirmeye karar verdim. Görülecek yerleri ve yolları gösterdi. Kuzeye yol uzun ve bazen bazı meczuplar görüyorum pedal basan dedi. Alınmadım tabi. Onun yerine doğuya gidip gölleri gezip trenle kuzeye gitmeliymişim. Mantıklı.

28 Haziran 2009 Pazar

26.06.2009, Cuma




Bir yıldır doğru dürüst bisiklete binmedikten sonra birden yol yapmaya çalışınca, hele bir de ek olarak 25 kiloluk bagaj olunca yoruluyor insan. Helsinki dedik, dudak büküp Kadıköy'den küçüktür dedik ama dışına çıkana kadar öldüm. E azından insanların bizdeki gibi balık istifi yaşamadığını öğrenmiş oldum.

İlk durak olarak 40 km uzaktaki Jarvenpaa'yı kestirmiştim gözüme. Git git, 55 km'de varabildim. Aslında hiç bilmediğim bir memlekette 15 km.lik detour çok da kötü değil. Sorun şurada ki adamların tabelalara yazdıkları ile haritalara yazdıkları birbirini tutmuyor. Tabelalarda genelde iki isim oluyor. Biri Fince, diğeri de İsveçce. İlk başta hepsi Çiko'nun isimleri gibi gelmişti gözüme ama sonra alıştım. Yine de zor oldu çok, yolu bulmak. Telefon kartı almıştım, GPS falan var diye üzerinde ama acayip yalan çktı. İstanbul'da bile 2,5 km hata payı var diyordu ki F.yolu-Taksim arası o kadardır kuş uçuşu. Burada hiç çalışmıyor.


Sonuçta Helsinki'den yavaş yavaş çıktım. Her yerde tabi ki bisiklet yolu var. Br kez bile arabalar ile aynı yolu paylaşmadan ilk günü bitirebildim. Bisiklet yolları genellikle araba yollarının bisiklete ayrılmış bir kısmı şeklinde yapılmamış. Ayrı yollar var. Her yerde araba yollarının diğer taraflarına geçebileceğin alt geçitler var bisikletler için. Helal dedim kısaca. Tek sorun ufuk olmaması - sürekli ağaçların arasında gidiyorsun ve ülke dümdüz olduğu için persfektif de yok. Flatliners ülkesi gibin adeta.




Gün de çok güzeldi. Hava sürekli 20 derece civarında, gece gündüz fark etmiyor çok. Buraya bir yaz mahalle gezisi yakışır.

3-4 güne yerleşimlerden uzaklaşmaya başlayacağım. O zaman ne olacak göreceğiz. İlk fırsatta resimleri upload etmeye çalışacağım. Bayağı bir şeyler çektim Helsinki'de. İyi ki Tokina'yı almışım yola çıkmadan; çok çok iyi bir lens. Neyse, Jarvenpaa'da parkta bir adamla konuştum. Blues Festival var dedi ama ilk günü kaçırdım galiba. Ertesi gün de varmış. Belki kalıp takılırım.

...

Bunları yazalı üç saat falan oldu. Kamp yerine geldim. Burada inanılmaz bir haşere nüfusu var. çeşitli boy, renk ve cinslerde kana susamış bir ordu adeta. Her tarafımı kemirdiler. Özellikle ayaklarım inanılmaz kaşınıyor. Bunlarla bir ay boyu ne bok yiyeceğim acaba?

Yarın Abbas herhalde. Burada kalmam muhtemelen. Geri kamp yeri ciddi kalabalık. Çayırda konser falan olabilir gibi sanki. onfire kalıntısı da var. Saat 9. Bir film seyredip uyursam, kargalardan hemen sonra uyanırım.

27.06.2009, Cumartesi

Dün kenarında kaldığım gölün adı Tuusalanjarvi'ymiş. Jarvi göl oluyor. Fince'de kelimeleri birleştiriyorlar. Bizdeki gibi kelime türetme de var. Kolay bir dil gibi. Sabah Jarvenpaa'ya geldim. Kahve ve çilekli poğaça ile güne başladım. Çilek buranın en önemli olayı. Her yerde satılıyor ve tadı da çok güzel. Bizde mesela, genelde ekşi falan oluyor ama buradakile tatlı bayağı. Bir de, litre ile satıyorlar, kilo ile değil. Bu konuyu enine boyuna masaya yatırmak istedim ama sonra bir mantığı olsa gerek diye düşündüm. İri çilekler daha ucuz. Belki irileştikçe aralarındaki mesafe arttığı ve bir litre iri çilek ile esasen daha az çilek sahibi olduğun için ortalama bir iskonto olabilir diye düşünesim geldi. Hem zaten dil bimediğim için konuyu irdeleyemedim. Jarvenpaa'da birkaç saat takıldım. Günün sonunda Sahajarvi'de konaklamayı düşünüyorum.

Öce Mantsala'ya vardım. Burada Internet aradım biraz ama hiçbir yerde yok. Internet kafe yok zaten. Kütüphanede olabilirmiş ama şehrin içinden şöyle bir geçerken kütüphaneyi bulmayı başaramayınca kasadan vazgeçip, tatlı tatlı yola vurdum. Yağmur başladı. Hava sadece iki derece falan düştü. Bir benzinciye girdim, bekliyorum. Acayip yorgunluk çöktü, galiba dehidre oldum. 10 km. kadar yolum daha var. Şu ilk birkaç gün vücudum alışabilirse iyi olacak.

Burada geçirdiğim 3 güne bakınca pek kayda değer bir şey bulamıyorum. Oturup biriyle doğru dürüst bir şey konuşmuşluğum olmadı. İnsanların çğu İngilizce biliyor ama konuşkan değiller, meraklı hiç değiller. Belki de uzak durmayı tercih ediyorlar. Gerçi pek bir ortam da olmadı, çok yardımsever ve güleryüzlüler ama yine de içe kapanıklar diyebilirim.

Bulut miktarı artıyor ama yağmur azaldı. Yola düşmeli mi? ... Düştüm. 6-7 km. sonra yol üzerindeki bir göle kamp attım. Burası dün kaldığım yerden çok daha güzel. Yorgunluktan olacak, ben üşümeye başladım. Arada çoluk çocuk bir grup gelip göle giriyor. Göl kesin çok soğuktur. Güneş yok. 5-10 yaşında çocuklar suyun sıcaklığını test etmeden atlıyor. İçim fena oluyor benim de. Genetik şey mi bu? Gaz ya da katı halde değilse yüzüyorlar galiba.

Burası genelde çok rahat bir yer. Bisikletimi kilitlemeye gerek duymadan alışveriş yapabiliyorum. Bizim küçük köy modunda herkes sanki. Kamp yerlerinde insanlar kullansın diye bir sürü şey var. Hatta tesis bile diyebiliriz. Para da vermiyorsun. Bizdeki belediye değnekçileri burada yok. Sıcak su var, duş yeri var, içecek su var, elektrik var, mangal yeri var - var oğlu var. Her yerde değil bunlar ama ilk kaldığım yerde herşey varken ikincisi küçük bir yer olduğu için burada sadece kabin, duba ve can simidi var (ikinci yer bir kamp yeri değil ama, sadece insanlar arada gelip yüzüyorlar diye yapılmış bir yer, kamp yapan yok). Şimdi bizde olsa demek büyük geyik olacak ama biri çıkıp da diyemez ki biz böyle bir şeyi becerebiliriz. En fazla bu kadar masraf ile devlet batar derler, bak kuzey ülkelerinde kriz var derler. Bizde sanki kriz yok. Ulan devlet ille de batacaksa sokaktaki adam için bir şey yaparken batsın. İnsan dağın başında tertemiz duş yerleri ve sıcak su bulunca garip oluyor.

Helsinki resimleri falan

Şu anda Satakunta adında bir hostelde kalıyorum. Daha önce bir hostel kalmışlığın olmadığı için kıyaslama yapmak zor ama bence fena bir yer değil. Otelden tek farkı odada tuvalet olmaması. Onun dışında bir sorun yok. Kahvaltı fena değil; bulunduğu yer merkezi.

 

Johanna ile Pihlajasaari diye bir adaya gittik. Ben aslında biraz şehri gezmek istiyordum ama Johanna'nın iki zaptedilmesi zor çocuğu var ve en kolay orada takılırız dedi bana. Çok güzel bir yer. Helsinki merkezde tekneye binip bizim adalara gitmemiz gibi gidiyorsun. Bazı farklar var tabi: etraf çok temiz, kalabalık değil ve en önemlisi şehrin dibinde gece kamp atıp kafa dinleyebiliyorsun. Millet tedarikli gidip mangal muhabbetine giriyor.



Deniz olayına burada bu şekil giriyor arkadaşlar. Her şey iyi, hoş ancak deniz buz gibi. Burada insanlar güneşi görünce tozutup kendini denize veriyor. Her yer küçük yarış yelkenlileri ile dolu. Neyse, öğlen yemeğini buradaki lokantada yedik. Ben somon tercih ettim, şahaneydi. Sos olayı..