3 Mayıs 2008 Cumartesi

Kaunos






Bugün Kaunos'a gittim. Sabah erkenden uyanıp, eşyalarımı toparlayıp, kahvaltı olarak birşeyler geveledikten sonra Kaunos'a. Şu yıkıntılar arasında Kaunos'u oldum olası çok sevmişimdir. Manzarasından mı, yoksa ferah bir yer olduğu için mi bilmem. Neyse, bir kayıkçı beni ve bisikletimi karşıya geçirdi. Aslında bisikletimi almasam da olurdu, Kaunos 2 kilometre uzaklıkta ama belki oradan denize giderim diye yanıma aldım.

Kaunos'a erkenden vardığım. Ortalıkta kimseler yoktu. Uzun uzun fotoğraf çektikten sonra gidip favori tiyatromun tepesindeki zeytin ağacının gölgesine kuruldum ve elimde sigara ateş otlanabileceğim birilerinin gelmesini beklemeye başladım. Şimdi oraya kadar gidip de o manzarada sigara içmeden olmaz. Bir saat içinde üç turist grubu geldi. Türk rehberler de dahil olmak üzere yanında ateş olan bir Allah'ın kulu yoktu. Ben tiyatroda yukarıdan "Anybody have a light?" diye yellendikçe hep bir sivri çıkıp bana "No, we don't smoke" dedi. Nereye gelmişim ben. Hadi sigara sağlığa zararlı falan ama bir kul da mı çıkmaz o kadar güruh içinde.


Bir saatin sonunda gitmeden birkaç İngiliz'le muhabbet kurdum. Arkadaşlar tutmuş Dalyan'da ev almışlar ama Dalyan ne menem bir yer bilmezler. Bu sene ilk kez geliyorlarmış. Bir iki geyikten sonra onlara Kekova'ya da gitmelerini tavsiye ettim. Madem gelmişiniz ta oralardan, bari güzel biryerler görün baabında.




Velhasıl, hava sıcakladığı için denize gitmekten vazgeçtim. Şimdi kim pedal basacak bir saat öğlen güneşinde.. Pedal basma muhabbeti deyince aklıma birden yorgunluk ve yemek geldi. Aşağıya indim ve bir gözleme yedim. Bisikleti tekrar sandala yükleyip Dalyan'a döndüm. Zor oluyor tabi bisikleti sandala bindirmek. Bagaj vidası düştü. Yedek de yok, inşallah yarın sorun çıkmaz.




Dalyan


3 Mayıs 2008, Cumartesi.

İki gün Dalyan'da kalayım dedim. Yarın Kaunos'a gidip fotoğraf çekmeyi planlıyorum. Bugün öylece geçiyor. Sabah erkenden uyandım. Çadırdan çıkınca Holandalı amcamı toplanırken buldum. Dün muhabbet koymamıştım, bari herif gitmeden bir iki laf edeyim diyerek yayına gittim. Arkadaş bisiklet turundaymış. 65 yaşında ve bugünkü hedefi Fetiye. Batı bölgelerinin haritasını çıkardı, bir de baktım ki Çanakkale civarından başlamış tura. Hemen en önemli konuyu gündeme getirdim: "Üstadım, senin yük kaç kilo çekiyor?" - tabi İngilizce olarak. Bisikleti 13 ve yük de 15 kg geliyormuş. Toplam 30 kilo civarında. "Benim," dedim, "sadece çantalar o kadar geliyor." Adamın kalktı hilal kaşları, "kim bu serseri," dercesine bana baktı. Güldü tabi, "Sen gençsin," dedi. Herif 65 ama Anglo Sakson olduğu için bu laf fazla bir şey ifade etmiyor. Sinirim bozuldu. Adamın fazla yükü olmadığı belliydi ama bana tur bindireceğini de düşünmemiştim. Neyse, hamallık yapmamak lazım, küçük bir kıssadan dev gibi bir hisse çıkarmak gerek netekim.

Adamı yolcu eder etmez minibüse binip Ortaca'ya gittim; amacım küçük bir ocak almak. Oradaki tüm tüpçüleri dolaştım ama sanki küçük ocakları biri tümden toplamış, yerine o kocaman ocakları koymuş. Tüpçülerden öğrendğim bir rivayete göre ordu toplamış ocakları, Irak harekatı için. Ordunun her yanda ajanı var ve ocak toplamakla görevlendirilmişler. Neyse, sonuçta ocak bulamayıp döndüm. Siz siz olun Ortaca'da kahvaltı etmeyin. Sadece pastane ve çorbacı var. İki poğaça yedim, içinde peynir yoktu. Kahve olarak da 3 in 1 Nescafe verdiler.

Dalyan'a geri döndüm. Sonunda bir iki ince hesap yapıp o büyük ocağı taşıyabileceğime karar verdim. Önce yükümü hafifletmek amacı ile fazlalıkları postaneden İstanbul'a geri yolladım. Bir iki gün içinde bir paket daha yollayabilirim. Hedefim 25 kg yük. Yollarken MSR sorun oldu. Terör olayları yüzünden paketlerde sorun çıkabiliyormuş. MSR şişesi boş ama yine de benzin kokmakta. Bir üst merciden, postane müdüründen fikir almak gerektiğini öne sürdü oradaki görevli. Müdür de paket içeriğini inceledikten sonra kokan şişenin kokmaması için torbaya konması şartı ile paketin yollanabileceğini söyledi. Burada sorun aslında terör değil galiba. Şişe boş, eğer paketi açarlarsa görecekler boş olduğunu ama paketi açmak da yasakmış. O zaman paket servisi sansür görevlileri paketleri açamadıkları halde uzaktan racon keserek paketin ne kadar tehlike arzettiğini belirliyorlar. Sanal bir oyun gibi, biri diyor 5 birim tehlike, diğeri, 7, mesela, ve not veriyorlar galiba 6 birim tehlikeli diye. Eğer, mesela, 5'in üzerindeyse tehlike oranı, paketi ne yapıyorlar? Bana söylenen paketin geri gönderildiği. Ben de "Bana uyar," dedim, geri giderse eve gidecek. Ama buradaki postaneye geri geliyormuş galiba. Yani o tehlikeli madde tehlike ayyuka çıkana kadar galiba kahraman PTT'nin kontrolünde dolaştırılıyor ki halka zarar veremeden uzmanlar tarafından bertaraf edilebilsin - tabi paket açılmadan. Oradaki görevlinin derdi de bir sürü yazışma olur diyor bunun için, savunma isterler. Dedim "Savunulacak bir şey yok ki, sonuçta ortada tehlike yok!" Ama anlaşılan tehlikenin var olup olmaması değil, kesilen tehlike raconunun şiddeti belirleyici olan. Enteresan bir olay. PTT'yi özelleştireceksin, bak böyle şeyler kalıyor mu? Mesela Amerika'da paket eğer tehlikeli olarak görülüyorsa mutlaka hemen özel imha ekipleri gelip patlatıyorlardır. Bir paket patlatma ihalesine bakar memleketin müreffeh geleceği.

Köyceğiz - Dalyan


Sabah erkenden kalkıp malzemeyi topladım. Fazla iştahım olmadığı için yiyeceğimi varsaydığım ama yiyemediğim şeyleri de yüklenerek yola koyuldum: 7:55. Köyceğiz'den çıkış çok rahattı. Onbeş kilometre kadar gittikten sonra tepeler başladı. Çok da yüksek değil bu tepeler ama beni tepelediler. Yüküm gerçekten de çok fazla. Yiyecek, su ve sırt çantası olmadan otuz kilo vardı. Tabi kendime eziyet olsun diye yarı dolu bir sırt çantası da taşıyorum sırtımda. İlk onbeş kilometreden sonra hızım 4-5 kilometre/saate düştü. Beş kez durdum. Ben, "Topu topu yirmi kilometre giderim ilk gün için ısınma our," diye düşünürken Dalyan'a toplam otuzbeş kilometre sonunda varabildim. Bu yolun iki kilometresi yanlış girdiğim yollar. Onun dışında kayıkçıların milleti beklediği, Dalyan'ın sağ çaprazındaki kayalığın arkasından nehri geçerek Dalyan'a geldim.

Önce Dalyan'da bir şeyler atıştırdım, Ebru'ya bir kart yazdım ve Dalyan Kamping'e gelerek çadırımı kurdum. Hemen bir gaz duş alıp Dalyan'a gezmeye gittim ama onbeş dakikada sıkıldım ve geri geldim. Kamping nehrin tam kenarında, kaya mezarlarını tam karşıdan görüyor. Çok güzel bir yer: küçük ve boş. Benden sonra bisiklet turu yapan bir Hollandalı ve bir minibüsü karavan olarak kullanan bir çift geldi.



Keyfim geldi ya, dedim bir kahve yapayım, rüzgar yorgun bedenimi okşarken ben de gazetemi ve Bir Mayıs olaylarını okurum. Kim kimi dövdü belli ama acaba gollü bir maç oldu mu? Getirdiğim MSR bozuldu. Pis benzin yüzünden galiba. Üç kez uğraşmama rağmen bir daha çalıştıramadım. Bu yola baş koyduğum için midir nedir, bisiklete atlayıp kartuşlu ocak aramaya çıktım Dalyan'a. Her yerde Nurgaz ocak kartuşu bulmak mümkün olduğu halde sadece büyük ocaklar vardı. Kamp için kullanılan 190 gr. kartuşlar yerine 500 gr.lık kartuş kullanan ocaklardan. Ben bu ocağı taşımakla uğraşmayayım diye pas geçerek geri döndüm.

Göz kapaklarımı dinlendirmeye çalışırken uyuyakalmışım. İki saat sonra uyandığımda hava kararmaya başlamıştı. Kalktım Ali'nin yeri diye yemeklerinin iyi olduğunu bildiğim bir yere gittim, Dalyan'ın tam merkezinde. Klasik öri soslu tavuk, salata ve biradan sonra tekrar uyku bastırırken geri döndüm. Bilgisayarımdan bir filmin yarısını seyredip uyudum.

Gidilen toplam yol: 39 km.
Adrenalin: yokuş aşağı 50 km/saat

Başlangıç - Köyceğiz


30 Nisan akşamı Kamil Koç'un Fethiye otobüsüne bindim. Köyceğiz'de indiğimde saat daha 7 olmamıştı. Bisiklet tepesinde dolaşma kararını biraz da gözümü karartıp verdiğim için Köyceğiz'de bisiklet ve çantalarını sekiz parça olarak elimde bulunca yarım saatten fazla bisikleti toplamak için uğraştım. Bisikletten fazla anlamam, sonum hayır mı olacak bilemem.

Bu arada Köyceğiz terminalinin bir tostunu yemeli fantazisi fena halde elimde patladı. Siparişi verdikten beş dakika sonra adamın yanına gittiğimde benim saka yaptığımı zannetmiş ve tostu yapmamış. Ciddi olduğumu tebarüz ettikten sonra domatessiz bir tost yapmaya ikna oldu arkadaş. Amcam domates lafını duyunca bit tabii doldurmuş domatesi. Bir ısırık aldım. Hatta, "Ulan tabuları yıkmalı," diyerek, domatesin ucundan da gelecek şekilde ikinci ısırığı aldım. Ne var ki bünyem domatesi kaldırmadı ve tost da ortalıkta besleyecek köpek olmadığı için çöpe gitti.

Velhasıl sonuçta bisiklete binerek göl kıyısına doğru yola çıktım. Bisiklet çok ağır. Bir de tabi kötü yerleştirdiğim için aksak bir perküsyon ritmiyle pedal çeviriyorum. Daha sonra müziği durdurma çabalarım sadece ritmin değişmesine neden oldu. Kap kacak setimin içindeki tutacak, çatal falan her engebede solo çekiyor. Sonuçta bir kilometre sonra göl kıyısına ulaştım. Şahane bir manzara var. Ben daha önce de buraya gelmiştim ama gölü bu kadar durgun görmemiştim. O güzel manzaranın altında güzel bir kahvaltı eder etmez bıraktığım sigarayı tekrar bulmak üzere bir büfeye koştum. Sigarama kavuşur kavuşmaz ilkel benliğim mantar yemişcesine husu içinde tüm fiziksel varlığımı bastırarak o sessizliğe teslim oldu.

Kendime geldiğimde garson arkadaş ile muhabbet yapmakta olduğumu farkettim. Bir hayli aksanlı olan arkadaş arada "Şayze," yerine "Şit," deyince kraliçe ile bağlantılı bir coğrafyada bu aksanı kaptığı belli oldu. Ona göre imkanı olan Avusturalya'da yaşamalıymış. Dünya'nın en güzel yeri olduğunu iddia ediyordu. her ne kadar fazla gezmediğini düşünsem de besbelli bir ikinci vatan hasreti ile yanıp tutuşmakta.

99 Depremi sonucunda kendisine bir sallantı fobisi musallat olan sevgili berberim Emin Abi Köyceğiz'e yerleşmişti. Hatta bir rivayete göre Köyceğiz'de aslında ne kadar teknoloji aşığı olduğunun farkına varıp berberliği bırakarak bir Internet cafe açmış. Ben de aksanlı garsonuma "Emin Abi adında bir Internet cafeci var mı?" diye sorunca, arkadaş hemen oralarda takılmakta olan konuya hakim bir kopil bularak bana takdim etti. Kopil diyorum tanımadığım çoçuğa ama sanki beat olsa da break yapsam diyen bir tipti, o yüzden öyle diyorum, niyetim kötü değil. O çocuk Emin Abi'yi tanımıyormuş. Sonuçta bir iki yere bakıp ben de Emin Abi'yi aramaktan vazgeçtim.

Gölün kıyısında çarşıya bir km kadar uzakta, belediyenin işlettiği bir kampinge rotayı kırdım. İçeride binbir türlü kanatlı mahlukat vardı. Önce bir baba hindi beni kontrole geldi. Kıllanarak kovalamaya başladı. Köpekten korkmam ama hindiden korktum Allah için ve kaçtım. İşim kötüsü çadırı kurduğum yerin yanına gelip takılmaya başladı. Toplamda üç kez falan kovaladı beni. Bir süre sonra da dışarı çıkarken yanından geçtiğim kazlar kıllandı. Kazların saldırgan oldukları söylenir hep. Yaklaştıkça bağırıyorlar, uzaklaştıkça sessizleşiyorlar. Bilgisayar oyunu gibiler. Ne tür bir paradigmadır o gagaların ardındaki merak içinde kaldım. Bir de tabi yeşil başlı gövel ördekler vardı. Fasülyeden takılıyorlardı.

Öğleden sonra biraz gezdim ve göldeki dalgalara baktım mel mel. Ertesi gün Dalyan'a gideceğim için rota belirledim. Ya normal araba yolundan, gölün solundan ineceğim (29 km.), ya da gölün sağından - yine bir araba yolu - mezarların ve Kaunos'un oralardan Dalyan'ın karşı kıyısına gidip kayıkla Dalyan'a geçeceğim. Ben tabi az gidilmiş yolu tercih ettim. Bok vardı.

Gidilen toplam yol: 13 km.
Adrenalin: yok