11 Temmuz 2009 Cumartesi

09.07.2009, Perşembe

Sabah 4:30'da kalktım. Hava bok gibi. Tekrar yattım. Döne döne saati 9 yapınca gidemiyorum diye pişmanlık içinde kalktım. Saunaya gittim. Bayağı kalabalıkmış. Milli spor gibi bir şey. En çok kim kalacak gibi yarışmalar yapıyorlarmış arada. Bir kısmının ayakları önce çıkıyordur kesin. Çok az bir şeyler yedim. Havada bir kabızlık var, yağamıyor. Öğleden sonra gitmeye karar verdim. Oulu'ya. En azından orayı da gezerim diye. Bir gün, bir gündür.

Çamaşır falan yıkadım. Tam kurutmadı kurutucu ama toparlanıp trene gittim. Bir de kitap aldım yolda kitapçıdan. Bir pizzacıdayım şu anda. Bisiklet istasyonda Allah'a kerim. Ama buralarda bir şeyini ortalıkta bırak, gerçekten de hiç bir şey olmuyor. Köy gibi her yer. Yediğim şey, hayatımda yediğim en kötü pizza diyebilirim. Folloş olmuş bir hamurun içine domates püresi, az kaşar, az jambon.

İki saat treni bekledim istasyonda. Kitap okudum. Kabızlığı geçtiğinden midir nedir, yağıyor güzel güzel. Trene geçer geçmez yemek vagonuna. Masa başından dışarıyı seyrederim dedim ama her yer ağaç. Arada da göller. Kitap var Allah'tan. Hava siyah-beyaz, tren dekoruyla tam Demirperde filmi gibi burası. Fötr şapkalı, bıyıklı Prusyalı arıyor gözüm.

Oulu'ya vardım. Acayip bir sağanak. Çok sorun değil. Herşey çantalardayken ıslanmıyorum fazla. Sadece ayaklar. Biraz durup, biraz giderek gece 11 gibi kamp yerine ulaştım. Fena değil ama ilk üçe giremez. En azından Internet varmış (çalışmıyor).

08.07.2009, Çarşamba

Sabah 4te uyandım. Sağanak var dışarıda. Kendi kendime konuştum uyanmaya çalışırken. Sonra dışarı çıktım saat 8 falandır diye. Bisiklet bu arada ıslanıyor tabi ama önemli değil o kadar. Tekrar yatıp 8'de kalktım. Bir terslik var ama anlamıyor ben. Çantaların yağmurluğunu takmayı unutmuşum. Hemen kalkıp taktım ama zaten ıslanmış çantalar. Benimki de akıl. Sen her şeyi düşün belki gece yağar diye - ıslanmaması gereken herşey çadırıntozluğunda - ama çantaları açıkta bırak. İki çift ayakkabım var. Birinin sağ, diğerinin sol ayak ucu tozluktan dışarı baktığı için ikisi de sırılsıklam olmuş.

Kahvaltı. Kahve. Kitap bitti nihayet. Banyo. Şimdi sağanak altında çıplar ayaklarda terlikler ama üst taraf su geçirmez bir biçimde geziniyorum ortalıkta. Allah'tan hava soğuk değil. Plan yarın Savolinna'ya gitmekti ama bu havada çadırı toplamak cinayet olur. Yarın falan da yağacakmış. Açmazsa yarın da buradayım. Sauna'ya giderim en azından. Hala gitmedim, yazıklar olsun bana.

Demin birileriyle konuştum. Yarın fırtına ve yağmur var dedi. Burada bir gün daha kalırsam yazık olur. İnsan sıkılıyor. Yaş ortalaması 65-70 vardır. Her taraf pinpon dolu. Hani ortalama aşağıda olsa ne olacak sanki, o da ayrı bir soru. Arada bakıyoruz pinponlarla birbirimize, beraberce içimiz geçiyor.

Öğlen sosisli makarna yedim. Akşam da makarnanın kalanını yapıyorum şu anda. Bitsin şu yiyecekler artık. Sabaha erken kalkarsam ve hava iyiyse doğru kuzeye. Savolinna'ya dönüşte de uğrayabilirim.

07.07.2009, Salı


Sabah uyanınca acele bir kahvaltı, sonra biraz kitap okumaca. Saunaya gidecektim ama önce biraz gezeyim dedim etrafı. Bisiklete binince anladım ki ön takımlarda sorun var. Sanki frene basıyorum bir taraftan. Rahat dönmüyor teker. İçini biraz temizlemeye çalıştım ama açarsam bilyalar falan dağılacak, Clousseau gibi sıçacağım diye Kuopio'ya gideyim, yaptırayım dedim. Zor bela buldum bisikletçiyi ama temmuz sonuna kadar tatildeymiş. Kapıdaki yazıyı öyle tercüme etti yoldan geçen bir hayırsever.

Ben de biraz takılmaya şehir meydanına geldim. Tatil beldesi havası var burada ama bir taraftan da düşününce, adamların bütün şehirleri böyle biraz. Sokaklar burada diğer şehirlerinkilere göre biraz daha dar ama bir Mardin değil tabiki. Şimdiye kadar aşağı yukarı gittiğim her yer daha güzel çıktı. Belki giderek alıştığım içindir.

Başka bir bisikletçi bulup aleti bıraktım. Galiba tekerleğin değişmesi lazım. Serdar'ın tekerleği olsaydı çok üzülürdüm. hurda murda kalan yolda taşırdım yanımda valla. Biraz şehir merkezini dolaştım. Canım sürekli bir şeyler yemek istiyor. Savolinna'yı herkes öve öve bitiremediği için görmem gerek diye düşünüyorum. Buradan her gün sabah tekne kalkıyor oraya. Bir gün sürüyor. Enteresan olabilir. Akşam kalacak yer de ayarlayabilirim. Ertesi sabah da dönüyor tekne.



Hava boktan burada. Arada bir iki atıyor. Sonra da kuzeye Rovaniemi'ye gidebilirim. Neyse, bisikleti aldım. Şehirde bir iki fotoğraf daha çekip döndüm. Sabah takometre bozuktu, ama dönüş 10 km. Daha yakın zannediyordum. 3 gündür bir kitaba takılıyorum. Akşama kadar onu okuyup yattım. Fazla bir olay yok yani.

10 Temmuz 2009 Cuma

06.07.2009, Pazartesi

Bugün yine yolu uzatmak pahasına haritada bisiklet yolu olarak gösterilen yerden gittim. 15 km sonra yine çok güzel olan ama bir önceki gibi koca çayırlar arasında değil, karanlık bir orman içindeki koyu renkli ahşap kulübelerle dolu bir kampinge geldim. Sumiainen adında bir köyün girişinde.

Orada bir saat takıldım. Internet vardı ve çok yardımcı oldular yol konusunda. Bir şekilde şehirler arası giden vapurlara (daha çok bizim Karadeniz takalarına benziyorlar) binmek istiyorum. Ancak benim rota Batı-Doğu doğrultusunda ve göller Kuzey-Güney doğrultusunda. Hep bir yerinden bir gölü kesip devam etmek zorundayım.

Sonrasında yol çok kötüydü. Stabilize ve beter bir unstabilize. 10 km. yapana kadar içim çıktı. Bu yolu bir de tırlar falan da kullanıyor. Her tarafım toz toprak içinde. Konnevesi adında bir kasabada durdum, bir şeyler yedim. 30 km sonra bir kamping var. Saat 2:30, hava kapalı.

Kampinge vardım. Bendeki de ayak yani. Kapanmış - hayalet kamping gibi duruyor karşımda. 70 km yaptım oraya kadar. Dedim moral bozmayalım, biraz uzakta bir kasaba var, gidip karnımızı doyuralım önce. Kasabaya geldiğimde 85 km falan yapmıştım. Gerçekten güzel bir şey havanın kararmaması. İnsanlar uyuyor bile olsa, uyumuyor gibi sanki, hayat devam ediyor.

Şimdi burada enteresan bir olay var anlatmam gereken. Çatlarım yoksa. Ülkede nüfus çok düşük ama dağınık olduğu için bir kasabaya geldiğimde (neyin ne tür bir yer oluğunu haritadaki fontların büyüklüğüne bakıp karar veriyorum) gerçekte gelip gelmediğimi anlamıyorum (artık anlıyoruz herhalde.. lafın gelişi..). Bir kasaba merkezi arıyor insanın gözü. Hani piyasası olur bir yerin, insanlar sosyalleşir, az da olsa kalabalk olur, dükkan, market falan olur. Burada kasabalar okadar küçük ki bir market, bir büfe (kioski diyorlar), bir de benzinci oluyor. Gerçekten de küçük yerleşimler. Haritada gözüktükleri gibi değiller yani.



Neyse, kasabada iki tur attım (1 tur = 200 metre). Kiliseyi falan çektim. Sonra geri dönüp bir şeyler yiyeyim dedim. Bir kahve dükkanı, bir de pizzacı var. Pizzacıya girdim. Karşımda saçlar seyreldiği için alnı az biraz açık, orta boylu, buraya göre azıcık gereksiz tarama ile çizildiği için koyu olmuş bir tip. İngilizce konuşuyoruz bir taraftan menü üstüne ama gülmem geldi. Herif tam Türk. Yani, bir magripli değil, Lübnanlı ya da Yunan değil.

- Nerelisin?
- Turkey.
- Hadi ya..
- Yapmaa..

Böylece tanışmış oldum Rautalampi'li Pizzacı Ali'yle. Kocaman bir pizza yaptı, muhabbet ettik. 15 senedir buradaymış. Muğlalı. Saat 7 civarıydı. Saat 9-9:30 gibi işi bitiyormuş. Kuopio'ya, muhasebecisine gidecekmiş. Harita, Manitu'nun bitmez tükenmez yeşillikleri geldi gözüme ve "Beni de atsana," dedim. Bir gün pedal çevirmekten kurtulduk (60-65 km falan). Bisiklet arabaya sığmadığı için yarısını arkadan dışarı sarkıttık, oldu.

Tabi para almadı, mahçup etti beni. Pizzacıların çoğu Türkmüş burada. Yolda politika falan konuştuk, memleketin nasıl kurtulabileceği üzerine fikir teattisinde bulunduk, comparative anthropo-social geographic approaches to politics yapmış olduk; bu tabi Frenkçesi, bizde geyik diyorlar.



Gece 11 gibi Kuopio'daki kampinge bıraktı beni. Burası hayvan gibi büyük bir yer. Resepsiyon falan var. Kayıt oluyorsun. Geceliği 12 Euro çadır ve 4 Euro/kelle. Güzel bir yer ama acayip kalabalıktı. Yüzlerce karavan, balık istifi. Kuzey Avrupa Karavancı Grubu gibi bir şey var galiba. Onlara hoşgeldiniz gecesi vardı, canlı müzik falan. Bir sürü Danimarkalı geziniyordu ortalıkta. Bir bira çakıp uyudum.

05.07.2009, Pazar

Sabah her tarafım ağrıyordu yine kalktığımda. İnşallah hasta olmam. Hava hala soğuk. Kıçımı kaldırıp 15-20 kilometre daha gitsem bir kamping daha va ama içimden gelmiyor. Arada yağmur da yağıyor hem.

Bu akşam belki yine mangal takılırım. Yapacak bir şey de olmuyor durduğun yer büyük şehir değilse. Sağa sola yürüyecek yer yok. Dün gece biriyle iki saat muhabbet ettik, içim bayıldı. Adamın İngilizce'si benim Fince'mden beter. Tabu oynuyoruz gibi. Bir de ısrarla iletişim kurmaya çalışıyor. En sonunda esnedim (enternasyonal "hassittir") sonra da güzelim mangalın başından kalkıp yattım. Adama lafım yok, hem benim de enteresan planlarım yoktu ama bir yere kadar be baba...

Bugün sonuçta bezerek geçti. Eğer bezmezsem hasta olurum diye korktuğum içinbilgisayara ve yolda aldığım kitaba takıldım. Akşama doğru bir aile ile tanıştım. Çok güzel iki köpekleri var. Karelia bölgesi köpekleriymiş ve ayı avında kullanılırlarmış. Biraz küçüklerdi sanki (20 kg falan); ayı onları kürdan yapmazsa ben de neyim. Renkleri biraz Hesky'leri andırıyor; tüyleri daha kısa ve yatay. Gece mangal başında kitap okudum. Mangal olayları için bir yer yapmışlar burada. Taştan dört tarafı çevrilmiş bir yer; üstü kapalı, bacası var ama yine de açık hava. İçinde U şeklinde yine taştan bir küvet var ateş için. Tam ocakbaşı muhabbeti.

04.07.2009, Cumartesi

Sabah yola çıkma zamanı. Yolu uzatmak pahasına göl kıyısına gittim kahvaltı için. Yine tatlı çörek. Bizde simitin üzerinde susam var, bunlarda toz şeker. Dışarıda yemeyi bırakmam lazım. Yüküm de var biraz. Dün aç karnına alışveriş yaptım. Bir de kitap aldım.

Geçen gün Jyvaskyla'ya gelirken köprünün birinin üzerinde martının biri bana taktı. Manyak kuş nasıl pike yapıyor kafama doğru. Jiji yapmaya çalışıyor ama ben kahramanca savunuyorum kendimi. "Höst, huşt" falan anlamıyor. Sonunda korna çalmayı akıl edince kaçtı. Zaten insanı hayvandan ayıran şey akıl derler.

Sosis yaparkene..
Bugünkü hedef 50 km. Artık doğuya doğru gideceğim Kuopio'ya kadar. Bildiğimden değil, tavsiye üzerine. 4 günde gitsem iyi diyorum. Yolda takılırım biraz. Şu anda kahvaltı ederken limanda, Fince haberleri dinliyorum radyodan.

Yolda yağmur başladı, hava soğudu. Bugün geldiğim kamping de bayağı güzel. Herşey var. Akşam mangalda sosis yaptım. Hava harbi soğuk. Ne var ne yok giydim. Yarın da burada kalabilirim.

03.07.2009, Cuma

Bugün sabah biraz şehri gezdim. Birkaç fotoğraf çektim. Sonra Johanna ile şehri biraz daha gezdik. Bir kule var şehirde, manzara tedarikiçisi. Orada panorama yaptık biraz ve sonra akşam oldu. Yani fotolar dışında fazla bir şey yok.




02.07.2009, Perşembe

Bir önceki postta galiba günler şaşmış. 2/7 Perşembe olsa gerek. Aralar çok açılıyor. Bunun nedeni de Internet bulamamak. Varsa da çok arayacak fırsat da olmadı. Bu arada Ömer'e teessüf ederim. Yaparız gerekirse günde 150 km. ve belki de 155 km. ama ne gerek var. Bunları Fransa'da yamak lazım. Burada yapılmıyormuş o kadar uzun yol. Yasak kardeşim çok gitmek. Neyse.. Notlara devam...

Sabahın 7'sine kadar deliksiz uyumuşum. Erkenden toparlandım ve yola çıktım. Biraz giderim, sonra da durup kahvaltı yaparım şu herkesin söylediği zorlu yokuş öncesi düşüncesi var kafada. Yola çıkar çıkmaz yokuş başladı. Söyledikleri kadar kötü değil, hatta Ölüdeniz yokuşunun tırnağı olamaz. 20 dakikada aştım. Burada galiba bir tane dağ dedikleri bir yer var. O da 1000 metre ve en kuzeyde bir yerlerde. Bu yüzden 100 metre yükselince çok geliyor arkadaşlara. Ancak yanlış anlaşılmasın. Yollar çok da düz değil. 30 metre in 30 metre çık gitti hep. O da yorucu ama çaktırmıyor fazla.


Yolda Lossivahti denen bir yer var. O yokuşun altında. Manzara ve köprü çok güzeldi. Zaten manzaraların çoğu her tarafı en rahat görebildiğin yer olan köprülerde. Orada durdum, tatlı çörek ve kahve ile kahvaltıyı geçiştirdim. Jyvaslika'ya 30-40 km falan olsa gerek.

Yolun kalan kısmı sıkıcıydı. Otoyolun kenarından gidiyorsun. Ama nefes iyi açılmış olmalı ki, ilham geldi ve şarkı söyleye söyleye, söylene söylene gittim. Arada kendi kendine konuşuyor insan galiba. Çok kötü. Saat 2 gibi Jyvaskyla'ya vardım. Burası Helsinki'ye göre bile daha kozmopolit geldi gözüme ama büyük ihtimalle büyük şehirden uzak kaldığım içindir. Bisikleti ortalıkta bırakacak gibi değil. Bir cafeye oturdum. Telefonu şarz edip Johanna'yı aradım.

Burada fiyatlar dışarı göre pahalı sanki. Şehir - rant ilişkisi diyelim. Girişte (sahilden doğru) hayvan gibi bir Nokia binası var, üniversite kampüsü kılıklı bir yerde - ki sonradan oranın gerçekten öyle olduğunu öğrendim. Şehir koca bir gölün kıyısında. Bol bol su, yeşillik ve büyük şehir. Hoş bir yer. Öğrenci şehriymiş, etrafta orta yaş insan bile bulmak zor.

Bir şekil tıraş olmam, banyo yapmam ve çamaşır yıkamam lazım. Öyle böyle kötü durumda değilim. 3 gündür herşeyi sallıyorum, zaten fırsat da olmadı. Artık Johanna ayarlar diye diliyorum. Zaten aradıktan kısa bir süre sonra buluştuk. Üniersitede antropoloji öğrencisi. Eşyaları bırakmaya evine gittik. Ev 20 metrekare falan, gerçekten pek ufak. Banyodan sonra bir arkadaşı ile buluşup ormana yürüyüşe gittik. İlginçti, genelde bataklık olan bazı yerleri koruma altına almışlar. Enteresan bir bitki örtüsü var: orman ve yosun. Zagor'un evinin oralar gibi.

Akşam tipik bir Fin yemeği yaptı Johanna: haşlanmış patates, yumurta ve balık. Ertesi akşam için kebap diye konuştuk. Bakalım.