10 Temmuz 2009 Cuma

06.07.2009, Pazartesi

Bugün yine yolu uzatmak pahasına haritada bisiklet yolu olarak gösterilen yerden gittim. 15 km sonra yine çok güzel olan ama bir önceki gibi koca çayırlar arasında değil, karanlık bir orman içindeki koyu renkli ahşap kulübelerle dolu bir kampinge geldim. Sumiainen adında bir köyün girişinde.

Orada bir saat takıldım. Internet vardı ve çok yardımcı oldular yol konusunda. Bir şekilde şehirler arası giden vapurlara (daha çok bizim Karadeniz takalarına benziyorlar) binmek istiyorum. Ancak benim rota Batı-Doğu doğrultusunda ve göller Kuzey-Güney doğrultusunda. Hep bir yerinden bir gölü kesip devam etmek zorundayım.

Sonrasında yol çok kötüydü. Stabilize ve beter bir unstabilize. 10 km. yapana kadar içim çıktı. Bu yolu bir de tırlar falan da kullanıyor. Her tarafım toz toprak içinde. Konnevesi adında bir kasabada durdum, bir şeyler yedim. 30 km sonra bir kamping var. Saat 2:30, hava kapalı.

Kampinge vardım. Bendeki de ayak yani. Kapanmış - hayalet kamping gibi duruyor karşımda. 70 km yaptım oraya kadar. Dedim moral bozmayalım, biraz uzakta bir kasaba var, gidip karnımızı doyuralım önce. Kasabaya geldiğimde 85 km falan yapmıştım. Gerçekten güzel bir şey havanın kararmaması. İnsanlar uyuyor bile olsa, uyumuyor gibi sanki, hayat devam ediyor.

Şimdi burada enteresan bir olay var anlatmam gereken. Çatlarım yoksa. Ülkede nüfus çok düşük ama dağınık olduğu için bir kasabaya geldiğimde (neyin ne tür bir yer oluğunu haritadaki fontların büyüklüğüne bakıp karar veriyorum) gerçekte gelip gelmediğimi anlamıyorum (artık anlıyoruz herhalde.. lafın gelişi..). Bir kasaba merkezi arıyor insanın gözü. Hani piyasası olur bir yerin, insanlar sosyalleşir, az da olsa kalabalk olur, dükkan, market falan olur. Burada kasabalar okadar küçük ki bir market, bir büfe (kioski diyorlar), bir de benzinci oluyor. Gerçekten de küçük yerleşimler. Haritada gözüktükleri gibi değiller yani.



Neyse, kasabada iki tur attım (1 tur = 200 metre). Kiliseyi falan çektim. Sonra geri dönüp bir şeyler yiyeyim dedim. Bir kahve dükkanı, bir de pizzacı var. Pizzacıya girdim. Karşımda saçlar seyreldiği için alnı az biraz açık, orta boylu, buraya göre azıcık gereksiz tarama ile çizildiği için koyu olmuş bir tip. İngilizce konuşuyoruz bir taraftan menü üstüne ama gülmem geldi. Herif tam Türk. Yani, bir magripli değil, Lübnanlı ya da Yunan değil.

- Nerelisin?
- Turkey.
- Hadi ya..
- Yapmaa..

Böylece tanışmış oldum Rautalampi'li Pizzacı Ali'yle. Kocaman bir pizza yaptı, muhabbet ettik. 15 senedir buradaymış. Muğlalı. Saat 7 civarıydı. Saat 9-9:30 gibi işi bitiyormuş. Kuopio'ya, muhasebecisine gidecekmiş. Harita, Manitu'nun bitmez tükenmez yeşillikleri geldi gözüme ve "Beni de atsana," dedim. Bir gün pedal çevirmekten kurtulduk (60-65 km falan). Bisiklet arabaya sığmadığı için yarısını arkadan dışarı sarkıttık, oldu.

Tabi para almadı, mahçup etti beni. Pizzacıların çoğu Türkmüş burada. Yolda politika falan konuştuk, memleketin nasıl kurtulabileceği üzerine fikir teattisinde bulunduk, comparative anthropo-social geographic approaches to politics yapmış olduk; bu tabi Frenkçesi, bizde geyik diyorlar.



Gece 11 gibi Kuopio'daki kampinge bıraktı beni. Burası hayvan gibi büyük bir yer. Resepsiyon falan var. Kayıt oluyorsun. Geceliği 12 Euro çadır ve 4 Euro/kelle. Güzel bir yer ama acayip kalabalıktı. Yüzlerce karavan, balık istifi. Kuzey Avrupa Karavancı Grubu gibi bir şey var galiba. Onlara hoşgeldiniz gecesi vardı, canlı müzik falan. Bir sürü Danimarkalı geziniyordu ortalıkta. Bir bira çakıp uyudum.

Hiç yorum yok: