17 Temmuz 2009 Cuma

15.07.2009, Çarşamba

Dün buraya hiking yapmaya gelen bir adamla epey bir konuştuk. Bayağı bir kanıma girdi. Çok güzelmiş rota. Bu kadar insan böyle gelip geziyorsa vardır bir hikmeti deyip küçük sırt çantamı (25-30 litre) 5 günlük bir gezi için hazır ettim. Epey zor oldu ama bir şekil sığdı herşey.

Sabah bir harita aldım 50000'lik. Güzel bir şey. 50 km kadar gidiş zirveye. Patika işaretliymiş. Kaybolmana imkan yok zaten harita ile. Ama çanta epey rahatsız; zaten o kadar eşya nasıl sığdı anlamış değilim (kıyafet, 5 günlük yiyecek, ocak, çadır tulum, vs. vs.). Bisikleti alışveriş yaptığım yerde bırakacak bir yer bulamayınca geri döndüm kampinge, yolu uzatmış oluyorum ama yapacak bir şey yok.

Yola düştüm. Bodur bir orman var Kilpisjarvi yakınlarında. Burası göl kenarında ve göl 473 metrede. Önce 4-5 km kadar bodur orman, potansiyel bataklık bir yerden gittim. Yol tatlı tatlı yükseliyor ve bir anda ağaç sınırının üzerine çıkmış oluyorsun, ki bu da galiba 600 metre civarında. Buradan sonra yol, bitki örtüsü kayadan ibaret. Bazı yerlerde toprak var ama oldukça az. Her yer kaya ve onların üzerinde bitmiş yosun gibi şeylerden ve bazı çiçeklerden ibaret gibi.

Patika diye işaretledikleri "şey"in yarısından çoğu taş. Kadıköy dalgakıranında yürür gibiyim. İşaretler de 50 metre aralıklı bodur direkler. Ben yine de kayboldum tabi. Önce biraz fazla kuzeye gittim, sonra güneydoğuya dönüp bir saatlik bir gecikmeyle patikaya çıktım. 250 000'den 50 000'lik haritaya geçince biraz afalladım ama zaten harita ve pusula ile burada kaybolmak imkansız. Alabildiğine ufuk ve göl var. Beni asıl sinir eden, dağın ortasında koca bir çit bulmak oldu. Toroslarda mallar kaçmasın diye yapıyorlardı ve kapısı olur, oradan geçersin. Burada geyik var sadece ve bir de sınır. Sağına gittim, yok, soluna gittim, yine yok kapı. Balık gibi girdik tuzağa. Çitin hemen diğer yanında da varmak istediğim patika.. Sonunda bir yerlerde altından geçtim. Gerçekten de geyikler geçmesin diye konmuş bu arada.



Neyse, sonuçta öğleden sonra ilk durağa vardım. Burada dağa kulübe yapmışlar. İçinde kocaman bir yatak (yana yana tulumları atıp uyuyabiliyor 8-10 kişi), yemek için gaz ocağı ve odun sobası. Dışarıda da kenef kulübesi var bir tane. Soba ilgimi çekti çünkü etrafta ne yol var, ne de ağaç. Kesin traktör geliyordur ama otantiklik kaçmasın diye çaktırmıyorlar. Bu kulübe tam Norveç sınırının yanında, iki göl arasındaki 50 metrelik ince bir kara parçasının üzerine konmuş. Ulaşmak için 3 kilometre kadar Norveç'e giriyorsun zaten.

Oradan ikinciye yürüdüm. Arada 10 km kadar yol. Tam Aladağlar'a benziyor. Kayalar uzaktan çarşak gibi gözüküyor. Hava çok temiz olduğu için ve etrafta büyüklükleri ve mesafeleri anlamanı sağlayacak tanıdık hiçbir şey olmadığı için benziyor. Bitkisiz, sevgisiz bir yer. Kışın kesin ölürsün burada. Neyse, ikinci durak klasik bir yayla. Ortada su akıyor, bir kulübe yine, etrafta çadırlar var bir sürü. Burası diğerinden çok daha güzel bir ortam. Biraz daha aşağıda. Rüzgarlardan nispeten korunalı. Ot falan var ortalıkta. Su buz gibi. Sağda solda Temmuz'a direnen bir iki kar kütlesi.

Herkes aynı yerde kalıyor. Ben tabi boş bulunup çadırı kurmuştum ama kulübede tek başıma kaldım. Millet çadırları taşıdıkları için olsa gerek orada kalıyor. Deli bunlar. İçerisi hem rahat, hem de sıcak. Ayaklar su topladı çok kötü. Bütün gün kayalardan yürüdüm ve ayakkabıların altı da ince. Ertesi gün geri mi dönsem diye düşünmedeyim. Burada da bir iki kişi ile konuştum. Her yer aynı diyorlar. Yani taş. Haritaya baktım, zirve Norveç sınırında ve her tarafında benzer yükseklikler var. Manzara yok gibi - ki öğrendiğime göre öyleymiş. Ayaklarımı parçalaya parçalaya deli saçması bir patikadan gidecem ya da döneceğim. Dönersem 3 gün kazanmış oluyorum. Sabah karar vermece. En azından yayla yapmış oldum.

2 yorum:

aslihan dedi ki...

ne yaptin sonra, donemedin mi yoksa?

Burhan Parmaksızoğlu dedi ki...

Ancak yazabildim diğerlerini.. Resimleri de bugün yarım koyacağım..